31 Aralık 2011 Cumartesi

2011'de Neler Oldu?

      2011'de Neler Oldu?
   Bir düşünün bakalım. Koca bir seneyi geride bırakıp, Mayalar sayesinde dillerden düşmeyen 2012 senesine adım attık. Peki geride bıraktığımız 365 günlük zaman diliminde neler oldu?
   Bazılarımız sevgili oldu, bazılarımız sevgilisinden ayrıldı. İbrahim Tatlıses vuruldu. Ekranların sevimli yüzü Defne Joy Foster vefat etti. Dünya'yı etkileyen bir ekonomik kriz meydana geldi fakat hamdolsun bizi 'teğet' geçti. Arap Baharı adı verilen Arap ülkelerinde bir çok diktatörü koltuğundan eden devrimler gerçekleşti. Japonya'da meydana gelen deprem sonucu tsunami oluştu ve yüzlerce insan hayatını kaybetti. Birleşik Krallık'ın veliahtı Prens William, Kate Middleton ile görkemli bir düğünle nikah masasına oturdu. Alakamız olmamasına rağmen biz bu düğünü kendi düğünümüzmüş gibi takip ettik. Usame Bin Ladin öldürüldü. Fransa Meclisinde 'Ermeni Soykırımını yok sayanlara para ve hapis cezasını' uygun gören yasa tasarısı kabul edildi.
    Kısaca Dünya'yı etkileyen bir çok olay meydana geldi. Bir çok olay geldi geçti ve tarihler 2012'yi gösterdiğinde bütün bunları unuttuk. Sanki hiç olmamış gibi. Madem Dünya'da olanları bu kadar kolay unutuyoruz. Bende Dünya'yı boşverip 2011'de kendi başımdan geçenleri anlatmaya karar verdim. 2011'de ne mi yaptım?
-Ders çalıştım.
-YGS ve LYS sınavlarına girdim. Üniversiteyi kazandım.
-İstanbul'a taşındım.
-Hayatımdan bir çok insanı çıkardım.
-Televizyona çıktım. Kanal D'de Beyaz Show'da liseyi 6 senede bitiren grup olarak, Atv'de Ana Haber Bültenine röportaj olarak hemde :)
-Yerel bir gazetede 8 ay köşe yazarlığı yaptım.
-Türkiye-Almanya milli maçını izlemeye TT Arena Stadyumuna gittim. Bu hayatımda izlediğim ilk büyük maçtı. Ama yinede 'Tatangalar'dan başkası yalandır Sakarya'lıya.

     Benim 2011'im kısaca böyle geçti. Acı-tatlı bir yılı daha geride bıraktık. Şimdi sıra diğerlerinde. Önümüzdeki yıllara bakıyoruz sayın okuyucular. Herkese mutlu yıllar..

13 Aralık 2011 Salı

Güneş'in Doğumunu İzlemek.

Dün gece erken yatmaya karar verdim. Amacım sabah erken uyanıp, uykumu güzel almaktı. İstediğim gibide oldu. Sabah 06.30 civarlarında kalktım. Bulunduğum yurdun terasına çıktım. Henüz güneş doğmamıştı. Oda arkadaşım benden de önce kalkmış oturuyordu. Beraber güneşin doğumunu izliyoruz. Belki romantik değil ama güneşin doğumunu izlemek, yeni başlayan güne tanıklık etmek güzel şey.
Beyoğlu ilçesine bağlı Tophane semtinde yaşıyorum. Bulunduğum semti seviyorum. Belki 300 metre ötemde -Taksim'de- bir sürü insan gençlerin tabiriyle koparken, ben oturmuş burda güneşin doğumunu izliyorum. Ya ben garip biriyim, ya da Taksim garip bir yer.
Üşenmedim, size güneş doğarken fotoğrafını çektim. Sizinle paylaşmak istedim.

11 Aralık 2011 Pazar

Sapanca'da 48 Saat..

      Bir önceki yazımda bahsettiğim gibi bu haftasonunda Sapanca'daydım. Gidiş yolculuğum biraz enteresan oldu. Tam 3 kere bilet değiştirdim. Otobüs perondan kalktığında şöförün yanındaki muavin koltuğunda oturuyordum. Şöför, radyodan Ümit Besen açtı. Muavin geldi, çay getirdi. 3'ümüz otobüsün önünü bir anda gazino ortamına çevirdik. Allah'tan Berceste'ye kazasız belasız gelebildik.
      Sapanca'ya akşam saatlerinde gelebildiğim için cuma akşamını sadece evimde geçirebildim. 1 Aydır Sapanca'ya gelmediğim için, anneannem, teyzem ve kuzenim bizim evdelerdi. Cumartesi sabahı Sapanca çarşısına çıktım. Sapanca'da esnaf olduğumuzdan dolayı çarşı dediğim yer kendi dükkanımızın çevresiydi. Komşularla görüştükten sonra, fötr şapka ve kemik gözlükler ile Sapanca çarşısında dolaşmaya karar verdim. Aman Allah'ım! Sanki Sapanca'ya uzaylı geldi. Bunu ben demiyorum, Sapanca esnafının bakışları söylüyor. Bazıları şaşkın bakışlarla ''Kim lan bu deli?!'' der gibi, kimiside alaycı bir gülümsemeyle bakıyordu. Ama her zamanki çevremin söylediklerini umursamaz tavırlarla tüm gün Sapanca'da öyle gezdim. Sonuçta insanlar en fazla bir kere yadırgadılar, ikinci gördüklerinde alıştılar. Hatta cumartesi akşam İzmit'e gittim. İzmit'te bile o şapka vardı kafamda.
      Pazar sabahı biraz geç kalktım. Bavulumu toparladıktan sonra otobüs saatimi beklemeye başladım. Otobüsüm geldi ve -yeni memleketim- İstanbul'a dönüş yaptım. Sapanca ve İstanbul arasında dağlar kadar fark var. Birisi çok sakin, kendi halinde; diğeri çok fazla hareketli ve vurdumduymaz tavırlarda. Zevk-renk meselesi olduğu için hangisini seçeceğinize karışamam ama benim şahsi görüşüm:
 ''İnsana arada sırada hava değişimi iyi geliyor.''

Dipnot: 1 ay gelmedim, Sapanca'da 3 tanıdığım vefat etmiş. Hepsine Allah'tan rahmet diliyorum.

9 Aralık 2011 Cuma

Yolculuk Var..

          Yolculuk var arkadaşlar.. Memleketime, Sapanca'ma.. Tam tamına 29 gün sonra..
      İnsan özlüyor memleketini. Türkiye'nin en kalabalık, en aktif şehrinde -İstanbul'da- bile yaşasan, insan doğup büyüdüğü yeri özlüyor. Ailesini, dostlarını özlüyor. Bazen diyorum İstiklal Caddesi'nde olacağıma, Sapanca sahilinde olsaydım. Sapanca'm.. Marmara'nın gizli cennet bahçesi, Türkiye'nin güzel yüzü..
     Sapanca'nın tarihteki isimlerinden birisi ''Arcadia''dır. Arcadia, Latince'de ''Cennet Bahçesi'' anlamına gelmektedir. Düşünün! Yıllar öncesinden Sapanca'mın güzelliğini..

   
       Az kaldı kavuşmamıza.. Hani Evliya Çelebi'nin büyük eseri ''Seyahatname''sinde ustalıkla işlediği Sapanca'ma, Evrensel şair Nazım Hikmet'in ''Memleketimden İnsan Manzaraları'' kitabının 200. ve 201. sayfasında hayranlıkla işlediği Sapanca'ma, hafta sonu ve yaz tatillerinde yüzlerce İstanbul'lunun akın ettiği Sapanca'ma, coğrafya derslerinde tektonik göl olarak karşınıza çıkan Sapanca'ma, sizi daha otoban girişinden itibaren yeşil ormanı, mavi gölüyle karşılayan Sapanca'ma..

 
      8 Saat sonra, ben Sapanca'ma, Sapanca'm bana kavuşuyor. 29 gün sonra uzun zamandır görüşmeyen iki sevgili gibi kavuşacağız birbirimize. Belki bu kavuşma 48 saat sürecek ama 48 yıla bedel olacak..

6 Aralık 2011 Salı

Hayatımın İlk Pazarlığı..

Bugün her zaman olduğu gibi yoğun bir gündü. Okuldaki 'İktisat' dersinden çıktıktan sonra, hiç bir yere uğramadan yurduma gelmeyi,dinlenmeyi düşünüyordum. Okuldan bir arkadaşımla birlikte Beyazıt durağından bindim tramvayıma. Hedefim Tophane durağıydı. Ta ki Sultan Ahmet tramvay durağında tramvayımızın önüne 5 araçlık turist otobüs konvoyu geçene kadar. Şöför, yaklaşık 5 dakikalık duraklamadan sonra mikrofondan yolculara seslendi: ''Sağ kapıyı açıyorum, inmek isteyen yolcularımız inebilirler.'' Otobüsün ne kadar daha bekleyeceğini tahmin edemediğimiz için indik. Tam yolda yürürken solda bir işportacı dikkatimi çekti. Oyuncak satıyordu. Sattığı oyuncakların ortasındaki deliklere kalem koyduğumuzda bize yıldıza benzeyen şekiller çıkarıyordu. Bir an düşündüm. Cuma günü Sapanca'ya gideceğim ve kuzenim Eylül benden hediye bekleyecekti. Daha doğrusu beklemeyecekti ama ben onu ümitlendirmiştim gelirken hediye getireceğim konusunda. Oyuncakların fiyatını sorduğumda 5 TL olduğunu öğrendim. Tam 5 TL çıkarıp verecekken ''Ben öğrenciyim, cebimde 3 TL'm var'' dedim. İşportacı ''Sana 4 TL olur'' dedi. ''3 TL'ye veriyorsan alayım, yoksa alamam'' dedim. Halbuki vermesede alacaktım ama ben pazarlık yapmayı öğrenmek için bu yola başvurmuştum. Bu yaşıma kadar hayatımda hiç pazarlık yapmamıştım ve bir iktisatçı olacaksam, parayı ve pazarlık yapmayı bilmem gerekiyordu. İşportacı, baktı benden ümidini kesiyor, elinde mal kalmasın diye ''Tamam olur'' dedi. Çıkarttım 3 TL'sini verdim. Oyuncağımı aldım. Böylece hayatımdaki ilk pazarlığımı yapmış oldum. Hediyeden ve cebimde kalan 2 TL'den çok hayatımda ilk defa pazarlık yapıp başarılı olduğuma seviniyordum. Aldığım hediyenin resmi aşağıdaki resimdir. Sağ üst kesimdede yapılabilecek şekiller bulunmaktadır.




Bugünde İstanbul'da böyle bir anım oldu. İstanbul'a alıştım mı ne? Okuduğunuz için teşekkürler..

4 Aralık 2011 Pazar

Bütün Yollar Sana Çıkar..

Bu sana yazdığım bininci yazı belki de. Hep sana yazdığımı bildiğin yazılardı. Gizlim saklım yok ki zaten. Eğer bilmediysen şu güne dek, artık bil seni sevdiğimi .
Birçok kaçış yolu biliyordum. Öyleydi ya, senden kaçmak için en başta bir sürü yolum vardı. Zaman geçtikçe ben kendi ellerimle kapattım o kapıları, anahtarlarını bir daha hiç bulamayacağım bir yere sakladım. Gitmek istemedim ki hiç. Ben, bana gelmeni bekledim. Ne kadar olmuş, ne kadar geçmiş bunlar önemli değildi artık. Sen kaç defa ölürsen öl; bir kere öldün sayılıyordun. Ve ben her seferinde öldüğümü hissediyordum.
Çok isterdim, en sevdiğin filmi izlerken göğsüme yaslanmanı, en zor durumda her şeyi unutturabilecek huzur kokan sarılışı. En büyük sevinçlerimi boynuna atlayarak kutlamayı, kabus gördüğümde arayıp sesini duymayı, ellerinden güç almayı ve her halimi seninle paylaşmayı. Olmadı. Ne sen bekledin beni, ne ben tam anlamıyla gelebildim sana.Yapabildiğim tek şey, ‘sabret’ diyenlere seni ne kadar zamandır beklediğimi söylemek oldu. Seni anlatmak, senden bahsetmek, seni sevmek, seninle birlikte olmak istemek.
Çok kırıldık belki, çok kızdık birbirimize. Söylenecek o kadar söz, tartışılacak o kadar şey varken; biz sustuk. Insanlar konuştu, susup dinledik. Bilmiyorum. Belki de bu yüzden beceremedik. Bir türlü yoluna koyamadık, biz hiç tam anlamıyla ‘biz’ olamadık.
Bir sürü yazı yazdım sana ama hiçbirine bir son çizemedim. Yapamadım. Boşver. Bunca yazdığımı okudum da, sadece ‘seni seviyorum’ desem aynı kapıya çıkarmış.

2 Aralık 2011 Cuma

Hangi İnsanoğlu?

       ''Aslına bakarsanız, ölü olduğunu farketmiş çok az ölü vardır. Ölülerin çoğu yaşadıklarını sanarak şirket koridorlarında ve alışveriş merkezlerinde dolanır dururlar. Yaşadıklarını sanmalarının nedeni, henüz kimsenin bunu onlara söylememiş olmasıdır. Kimin gönlü elverir birine çoktan ölmüş olduğunu söylemeye? ''
        Değerli okuyucularım, yukarıdaki kalın puntolu harflerle yazdığım paragraf, Tuna Kiremitçi'nin ''Hepimiz Birilerinin Eski Sevgilisiyiz'' kitabından alıntıdır. Tuna Kiremitçi, bu kitapta yukarıda görüldüğü gibi çok güzel bir noktaya parmak basmıştır. İnsanoğlu yaşayan bir ölüdür! Sadece bu gerçeği kabullenmez, kabullenmek istemez.
İnsanoğlu kendini tamamen dört duvar arasına kapatmış, hayattaki tüm amacı maddiyat olmuş durumdadır. Paranın insana huzur vereceğini, mutlu olacağını düşünür. Bu yüzden çalışır. Çalıştıktan sonra eline geçen parayla ya gider yeni bir dört duvar alır, ya gider alışveriş merkezlerinde gereksiz para ve vakit harcayarak egosunu tatmin eder. Ama tüm bunlara rağmen asla mutlu olmaz. Sadece mutlu olduğunu sanar.
        Eğer insanoğlu gülmeyecekse, kahkaha atmayacaksa, ortalama 70 yıllık ömründe Dünya'yı -en azından Türkiye'yi- gezmeyecekse, o an istediğini yapıp egosunu değilde duygularını tatmin etmeyecekse paranın veya rütbenin ne önemi var? Eğer insanoğlu paranın karşısında, rütbenin karşısında el-kol bağlı duracaksa, yalvaracaksa, yalaka olacaksa sizce cüzdanının kalın olmasının bir önemi var mı?
       İstanbul'a 15 Eylül 2011 tarihinde taşındım. Yaklaşık 3 ay geçti üzerinden ve yukarıda bahsettiğim konu hakkında çok iyi olduğunu düşündüğüm bir tespitim var. Eğer İstanbul'da yaşıyorsanız Metro istasyonlarında ya da İstiklal Caddesinde görmüşsünüzdür mutlaka. Sokak çalgıcıları. Bağımsız, özgür, sadece kendini müziğe adamış, kimseden emir almayan insanlardır onlar. Kendilerini eğlendirirler, kendileri eğlenirken insanlarıda eğlendirirler. Dinleyenlerden zorla para almazlar. Ama dinleyenlerde bunu bildikleri için önlerindeki şapkaya yada kutuya gönüllerinden kopan parayı atarlar. Şimdi soruyorum sizlere, bu insanlar mı daha güçlü, daha özgür, daha cesur? Yoksa 3 kuruş para için eğilip bükülenler mi?
       Para gereksizdir demiyorum ve bu yazımda kimseyi hedef almıyorum. Sözlerim geneldir. Yanlış anlaşılmasın. Demek istediğim sadece paranın hırsına kapılıpta hayatınızı zindan etmeyin. Önünüzde zevk almasını bilebileceğiniz bir hayat var ve önemli olan sizsiniz. Eğlenmenize bakın.
        Allah, hepimizi paranın şerrinden korusun..

1 Aralık 2011 Perşembe

Belkide Delirmişimdir..

Hislerim çok değişik, dengesizim bu aralar. Herkesi düşünüyorum. Her gün düşünüyorum. O nerelere gidiyor, neler yapıyor, kimlerle konuşuyor, kimlere tebessüm ediyor, neler düşünüyor, beni seviyor mu? Ben sadece onun elini tutmak istiyorum, ağladığında onun yanında olayım, o hiçbir şey söylemesin, sussun. Sadece sarsın beni, gözyaşlarını sileyim usulca. Hiçbir şey sormasın, çünkü hiçbir şey anlatamıyorum. İçimdekileri bir türlü düzene sokup cümleleştiremiyorum. Korkuyorum, geçmişini hatırlar da, beni bırakır diye korkuyorum. Kimsenin akıl erdiremediği şeylere ben neden ulaşabiliyorum? Ben neden bu kadar fazla düşünüyorum? Ben düşüncelerimi hep saklıyorum, ya da saklayamıyorum. Bilmiyorum, bazen bir şeyler özlüyorum. Bazense onun geçmişini. Bazen acılarımı, bazen mutluluklarımı.. Sonra tekrar korkuyorum, ya beni bırakırsa? Uyuyorum sürekli, uyumak her şeyden kaçmaktı. Artık o da değil, rüyalarıma giriyor bir türlü şeyler. Rüyalarım var, nefes nefese uyandığım. “Bana onu anlat” diyorum. “O da seni anlatmamı istiyor, ne garip” diyor.  O bir şeyler yapıyor, uzaktan izlemeye çalışıyorum. Güvenmek değil bu, bilmiyor. Onun geçmişi, benim hayatımın geri kalan kısmı gibi. Onun geçmişi, benim eksik kalan yanım gibi. Dayanmak çok zor, o beni kendime bıraktıkça kötü şeyleri hatırlıyorum. O benden “tiksindikçe” bir şeyler kopuyor içimden.. O bilmiyor, ben hep düşünüyorum. Düşünüyorum, düşünüyorum. Kimlerin tenlerine dokunduğunu, kimleri öptüğünü, kimlere emek verdiğini bir bir düşünüyorum. Düşünmek kötü biliyorum, engel olamıyorum.. Bazen kıskanıyorum, kendi içinde büyüttüğü sevgisini benden başkasına duyduğunu düşündükçe parçalanıyorum. Birlikte gülüşmeleri gözümün önüne geldikçe, çıldırıyorum. Bu yüzden her şeyden kaçtığım gibi, cümlelerden de kaçıyorum. Acıyor kalbim, artık kaldıramıyorum. O beni anlamaya çalışıyor biliyorum, ben kendimi anlayamıyorum. Bilmiyorum, bazen çok zor. Neyse. Belki de delirmişimdir..

28 Kasım 2011 Pazartesi

Semt Semt İstanbul..

Facebook profilime yüklediğim resimlerden anlaşıldığı gibi hafta sonlarını eğer İstanbul'da geçiriyorsam, bu süreyi İstanbul'u tanımaya ayırıyorum. Hafta içi yoğun olduğumdan hafta sonum İstanbul'la baş başa geçiyor. Bu şehre taşınalı yaklaşık 3 ay oldu fakat çok yer gezdim. Çok yer gördüm. Bu yazıda sizlere sırayla bu semtlerde gördüklerimi anlatmaya karar verdim. Tabi İstanbul büyük bir şehir olmasından dolayı size sadece Avrupa yakasını anlatacağım. Anlatmaya İstanbul'un en batısından başlıyorum..

BAHÇEŞEHİR: İlk olarak İstanbul'dan uzak bir semti, Bahçeşehir'i anlatmak istiyorum. Eğer arabanız yoksa ve Bahçeşehir'e gitmeye niyetliyseniz Taksim'den 76 E numaralı iki katlı otobüsleri bulmanız lazım. Her 25 dakikada bir kalkan bu otobüsler İstanbul'un merkezinden alıp, İstanbul'un bir ucuna kadar götürüyor. Çünkü geçtiğimiz Pazar günü beni yemeğe davet eden bir aileye gitmek için bu yolu kullandım. Taksim'den kalkan otobüs, eski Haliç köprüsünden geçerek yanlış hatırlamıyorsam Edirne otoyoluna giriyor. Kalkıştan 20 dakika sonra adeta İstanbul bitiyor, yoldaki ev sayısı azalmaya başlıyor. Yaklaşık bir 10 dakika böyle gittikten sonra bir semt yükseliyor İstanbul'dan uzakta. Adı Bahçeşehir. Bahçeşehir oldukça lüks bir yer. İnsanları görgülü, semt gayet düzenli. Sanki Beyoğlu'yla farklı şehirlere aitler diye düşündüm. Gece hayatı bana anlatıldığı kadarıyla 3. Cadde denen yerde devam ediyor. Eğer hem İstanbul'da yaşamak, hemde gürültüsünden uzak durmak istiyorsanız, Bahçeşehir harika bir yer. Bugün haber sitesinde öğrendiğim bir habere göre, ilçe ünvanı bir süre önce elinden alınan Bahçeşehir'e, bu ünvanın en kısa zamanda geri verilmesi düşünülüyormuş..

BEBEK: İki arkadaşımla birlikte Kabataş'tan kalkan otobüsümüzün rotası sahiliyle meşhur olan Bebek. Trafik olması nedeniyle yaklaşık yarım saatimizi yolda geçirdik. İndiğimizde kendimizi Bebek-Starbucks'ın önünde bulduk. Manzarasını bildiğimiz mekanda birer kahve içtikten sonra biraz yürümeye karar verdik. Yürürken anladım ki İstanbul sosyetesinin kalbinin attığı yer Bebek'miş. Türkiye'de başka yerde göremeyeceğin kadar lüks araçları burada görebilirsiniz. Ferrari, Lamborghini, Porsche... Tabi bu arabaların arasından geçen bir adet Tofaş-Şahin'i saymazsak.. Kolumuza takacak bir sevgili olmadığından dolayı 3 erkek tek başlarımıza Bebek'te 3-5 tur attıktan sonra yavaş yavaş Beşiktaş'a geldik. Yol boyunca gördüğümüz mekanları saymak gerekirse; Reina, Sortie, Robert Koleji, değeri milyonlarca doları bulan yalılar... Belki bu saydıklarım Bebek hakkında size bir ön bilgi sağlamıştır...

Bu yazımda İstanbul'un mutlaka görmeniz gereken iki semtini tanıttım. Bir sonraki yazımda Beyazıt ve Tophane turumuzda görüşmek üzere..

26 Kasım 2011 Cumartesi

Erdoğan Ailesi İstanbul'da..

     Sabah saat 10.00. Okulunu ikinci öğretim olarak okuyan bir öğrenci ve gece 4'ten önce uyuyamayan bir öğrenci için erken bir saat. Ama bu saatte telefonum çaldı. Önce uyku sersemi olduğum için alarm sandım kapattım. Daha sonra bir daha çaldı ve ekrana bir baktım ''Babam'' arıyor. Uyandım. Meğer yurt müdürünün odasında beni bekliyorlarmış. Sapanca'dan sipariş ettiğim eşyalarımı getirdiler. Bir manayla da İstanbul'u gezmek için geldiler..
     Yurttan çıktık. Önce Taksim Meydanı, ardından İstiklal Caddesinde kısa bir gezindikten sonra, Şişli-Mecidiyeköy tramvayına binip Cevahir AVM'ye gittik. Öğrenci için banka konumunu gören ailesini bulmuşken alışveriş yapmamak olmazdı. Cevahir'de baya uzun bir saat geçirip,alışveriş yaptıktan sonra ver elini Nişantaşı. O hani hep ünlülerin görüntülendiği Nişantaşı'na gittik. Ünlü görmedik mi? Gördük. Ama görmez olaydım. Tuğçe Kazaz! Hani o ''daldan dala atlamak'' atasözünü ''dinden dine atlamak'' olarak algılayan manken denen kişiyi. Allah'ım bu ne çirkinlik? ''Allah boy vermiş, gerisini koy vermiş'' derler ya aynen öyle. Birde havasından geçilmiyor! Gören Elizabeth'ten sonra Birleşik Krallık'ta taç takacak. Alt tarafı kıçı kırık bir manken bozuntusu.
      Artık Nişantaşı'ndan sonra epey yorulduğumu hissetmiştim. Yaklaşık 3 aydır İstanbul'da yaşamış olmama ve gürültüsüne,yoğunluğuna alışmış olmama rağmen beni çok yordu. Saatler 17.00'a yaklaşırken son durağımız Karaköy'dü. Tophane'de yaşadığım için Allah'tan dönüş benim için yorucu olmayacaktı. Karaköy ve Tophane komşu semtler İstanbul'da. Aralarındaki yürüme mesafesi en fazla 5 dakika. Karaköy'e gelipte Güllüoğlu'nu ziyaret etmemek olmaz. Baklavası zaten dillere destan.
     Üzerinize afiyet bir güzel yedikten sonra babam ve annem'i vapura bindirip yurda döndüm. Aslında annemde babamda bugün Ayasofya ve Topkapı Sarayını gezmeyi çok istemişlerdi fakat İstanbul büyük bir şehir. Bir günde gezmekle bitmez. O da başka bir güne kısmetmiş demekki. Güzel bir günün ardından şimdide bunları yazıyorum. Bu gece çok yorgunum. Güzel bir geziydi fakat yorucuydu. Ama ailemle hasret gidermeye değdi. Şimdilik görüşmek üzere, beni okumaya devam edin..

25 Kasım 2011 Cuma

I Have a Dream.

Siyahilerin efsanevi lideri Martin Luther King’in, miting meydanında söylediği efsanevi söz.. Belki Martin Luther King’in ömrü hayallerini gerçekleştirmeye yetmedi ama ölümünden yıllar sonra Barack Obama adındaki bir siyahi Amerika başkanı olarak bir nebze olsun M. Luther King’in hayallerini gerçekleştirmiş oldu. Her neyse size bunlardan bahsedecek değilim. Size kendi hayallerimden bahsedeceğim.. Belki sıkıcı, belki saçma gelebilir ama bunları yapmayı düşünüyorum.
* Eğer ileride büyük bir evde oturursam, evin bir odasını tamamen kendime ayıracağım. Anahtarı bir tek bende olacak. Benden başka kimse giremeyecek. Karım ve çocuklarım dahil olmak üzere. O odayı tamamen kişisel zevkime yönelik düzenleyeceğim. Almayı çok sevdiğim orjinal cd ve kitaplarım mutlaka odanın baş köşesinde olmalı. Korsana karşıyım.

* Eğer param olursa karavan almak istiyorum. Canım sıkıldığında, zamana bakmadan, otel&pansiyon aramadan, belli bir rotaya bağlı kalmadan özgürce dolaşmak için..

* Çocuğumla çocuk olmak derler ya hani, aynen ondan olmak istiyorum. Gerekirse 40 yaşında bile çocuğumla kaydıraktan kayıp, tahterevallide sallanmalıyım. Oyun hamuruyla oynamalı, onunla evin salonunda maç yapıp vazo kırmalıyım. O’na baba sevgisini aşımalıyım, güven vermeliyim.

* Özgürlüğümü her şeyden önde tuttuğum için bazen kimseye hesap vermeden ortadan kaybolmalıyım. Beni merak etmelerine gerek yok. Yalnızlığı çok severim. Bazen yalnız kalacak bir yer bulmalıyım. Kimsenin bulamadığı..

* Ve bütün hayatımı mutlu bir şekilde geçirmem için uygun bir eş bulmalıyım. Belki biraz klasik olacak ama iyi aile kızı olmalı. Sonuçta bir insana bütün özellikleri ailesinden geçer. Çok cıvık birisi olmamalı, yeri geldiğinde resmi yeri geldiğinde samimi olsun yeter. Kıskanç olduğumu bilmesi, ona göre davranması lazım.

Şimdilik bu kadar hayalim yeterli sanıyorum. Bir başka yazımda görüşmek üzere..

10 Haziran 2011 Cuma

''@...'' KOYMAMIN SEBEBİ !

Son zamanlarda sizde farkına varmışsınızdır mutlaka bir ''foursquare'' adlı uygulama aldı başını gidiyor. Bu uygulamanın kullanıldığı telefona sahip olan bir çok kişi uygulamayı kullanıyor. Veya uyumlu herhangi bir cihaza sahip olan. Bizim kimsenin telefonuna veya uygulamasına söz ettiğimiz yok. Asıl mesele bu insanların nedense bu uygulamayı özel bir yere gittiklerinde kullanması. Mesela bir cafeye gidince belkide havalı görünmek için bu uygulamayı kullanıyorlar.

Kardeşim havan kime ? Ne bu denyoluk ? Sıkıyosa tuvalete girdiğinde yerini belirtsene ! Olmaz dimi ? Peki lüks veya özel bir yere gittiğinizde neden kullanıyorsunuz ?

Her neyse.. Bu yazıyı yazmış olmamın sebebi de aslında şudur. Son zamanlarda facebook profilimde görmüşşünüzdür, her 2-3 saatte bir nerede olduğumu ''@...'' olarak güncelliyorum. Bunu yapmamın sebebi sırf şu ''foursquare'' uygulamasına tepkiden dolayıdır. Bu tepkimi ister onaylayın , ister onaylamayın ben bunu yapmaya devam edeceğim. Hatta istemeyen beni listesinden falanda silebilir, kimseyi zorla tutmuyorum. Ben sadece özel bir mekanı değil, bulunduğum her mekanı yazıyorum.
Adam olun biraz, özünüze dönün. Özenti olmayın !

3 Haziran 2011 Cuma

Son Virajı Dönerken..


Büyük Karşılaşmaya Son 15 Gün.. Bir Yanda Aylardır Bu Mucadeleye Hazırlanan Eymen Erdoğan, Diger Yanda Büyük Özenle Hazırlanan Matematik Soruları.. Nam-ı Değer "El Sınavıco.." 18 Haziran Günü Saat 10.00'da Sakarya Üniversitesi M3 Blokta. [Şifreli Kitapçık Pardon Şifreli Yayın Vardır ama Bende Yoktur]

İşin eğlenceli kısmı bir yana, aylardır hazırlandığım sınava artık sayılı günler kaldı. Önce matematik, ardından edebiyet-coğrafya soru kitapçıklarını çözdüm mü artık bitmiştir bu iş! Ondan sonrası üniversite artık.

Lisenin bittiğinide yeni yeni anlıyorum artık daha net bir biçimde. 12. Sınıflar okula zaten son zamanlarda pek uğramaz oldular fakat artık ara sınıflarda son yazılılarını olup gidiyorlar. Mesela bugün saat 12.45'ten sonra okul bomboştu. Tabi biz 7-8 Lys öğrencisi hariç. Bir zamanlar (yaklaşık 2-3 ay önce) cıvıl cıvıl olan, gürültüden kendi sesinizi duyamadığınız koridorda artık sessizlik hakim.
Bir an hüzünlendim tabi okulumu bomboş görünce. Neden bilmiyorum. Sanırım mezun oluyor olmamdan olabilir.

Her neyse konumuza dönelim. Ben Lys'den ümitliyim. Herşeyin güzel olacağından eminim. Eğer YGS'deki gibi şifre olayı gibi boş,saçma,gereksiz ve ahlaksızca bir olay yaşanmazsa beklediğim netleri çıkarıp, istediğim üniversiteye kayıt olmak için gün saymaya başladım diyebilirim. Umarım bu söylediklerimi yapabilirim.


Kaldı ki YGS'de yaptığım derecede fena sayılmaz. Çoğu arkadaşıma göre iyi yapmışım. Bilmeyenler için söylüyorum YGS'de 80 binlerdeyim. Şimdiki temel hedefim bu rakamı yaklaşık 12-18 bin arasına çekmek. Bunu başaracağımada inanıyorum.

Bu yazıyı okuyanlardan tek bir isteğim var. Şu son zamanlarda benim ve arkadaşlarım için bol bol dua edin. Manevi desteğinizi esirgemeyin..

2 Haziran 2011 Perşembe

Oyumun Rengi Belli - Samimi Parti..

Seçime sayılı günler kala artık siyasi partilerin rekabeti daha da arttı. Bayrak asma yarışından tutunda tuhaf tuhaf şarkılarla gezen arabalara kadar kafanızı nereye çevirseniz bir partiye rastlıyorsunuz. Bunların içinde % 47 alıp iktidar olabilende var, % 1 den az oy alıp tabela partisin olmakla yetinende. Ama bütün partiler hazine yardımını koparmanın peşinde. Oy vermeyi düşündüğüm parti dahil hiç birinin gerçekten halkının sorunlarıyla ilgilendiğini düşünmüyorum. Eğer gerçekten halkı düşünselerdi sadece seçim zamanı esnafı, halkı dolaşmazlardı.

İşte bu tür siyasi slogan ve partilerin etkisi altındayken önceleri Twitter'da başlayıp daha sonra Facebook'a kadar hesap açılan, siyasi partilerle dalga geçen ve bu yönde tepkilerini çok güzel dile getiren bir partiye rastladım. Adı : Samimi Parti ! Kısaltılmış ismi ise ''SAP''


Önce biraz şaşırdım fakat tepkilerini dile getirme yöntemlerini anlayınca çok taktir ettim. Halkımızın ne de güzel kandırıldığını açıklıyorlar. Keşke resmi olarak seçimlere katılabilseler. Oy oranlarana bakmaksızın mühürü SAMİMİ PARTİ'ye basardım. Ama şimdilik sadece sanal alemde yaygınlaşıyorlar. Ben bu hareketin sonuna kadar arkasındayım. Türkiye'de madem bu kadar çok parti pastadan faydalanmak için seçime giriyor, SAMİMİ PARTİ'nin bundan ne eksiği var? Hatta fazlası bile var..
Doğruları mizahi bir şekilde tokat gibi yüzümüze çarpıyor !

26 Nisan 2011 Salı

EFSANE FİLM: HABABAM SINIFI

Bir DVD film satan yere girip komedi filmi arıyorum dediğinizde size yığınla film önerebilir. Fakat kaç tanesine kahkahayla gülebilirsiniz ? Ben bir tane söyleyeyim : Hababam Sınıfı..
Ama Hababam Sınıfı demişken o 2000'li yıllardan sonra çekilenler değil, orjinal Hababam Sınıfı. Hani o Kemal Sunal'ın, Halit Akçatepe'nin, Münir Özkül'un, Adile Naşit'in oynadığı, defalarca izlememize rağmen hala gülebildiğimiz film serisi.
Recep İvedik, Arif falan gülüyoruz iyi güzel ama kaçı İnek Şaban kadar doğal ? Hangisi Güdük Necmi kadar kurnaz ? Veya varmı içlerinde Hafize Ana kadar yufka yürekli ?
Taklit yaparken bile önce İnek Şaban taklidi yaparsınız. Artık hayatımıza yerleşmişlerdir çünkü. Onlar istesekte istemesekte hayatımızdalardır artık.
Her lise öğrencisi kendi sınıfının Hababam Sınıfı olduğunu hayal eder. Kendini o öğrencilerle bağdaştırır. Onlar gibi kopya çekmeye çalışır, onlar gibi okuldan kaçar..
Lafı uzatmanın anlamı yok. Hepimiz tanıyoruz onları. Ben en iyisi bir kaç replik hatırlatayım..

- sen de mi kaçtın mahmut hoca
- tahmin edin bakalım bu yaz ben neredeydim
- ağlama hoca, beni de ağlatacaksın
- ben de onu diyorum işte: funk-hu

- ilk halife imparator neron yani padişah neron romada hazreti şabanla beraber ananı günde 1453 kere kanunen..

23 Nisan 2011 Cumartesi

Facebook Hesabım İçin Kapanma Vakti - Teknolojiye Bir Dur Demek Lazım..

Bu gece bir karar verdim. Hani derler ya kişisel olarak küçük, insanlık için büyük bir adım diye. Heh işte bu verdiğim kararda tam tersi. İnsanlık için küçük fakat benim için büyük bir karar. Yaklaşık 4 senedir kullandığım facebook hesabımı bu gece yarısından sonra kapatma/dondurma kararı aldım. Ve uzun bir süre de açmayı düşünmüyorum. Büyük konuşmak gibi olmasın ama fikrim bu yönde.
Bu karara nerden vardın derseniz. Aylardır bir şey düşünür dururum. Teknolojiyle bağımı koparıp, insanlardan bir süre uzak kalmak, özlemek ve özlenmek. Artık günümüzde herkes, her istediği kişiyle anında görüşüyor. Yüz yüze görüşme nerdeyse kalmadı. Her şey sanal oldu. İşte bende buna kendimce bir tepki verip bu kararı aldım.
Artık görüştüğüm kişilerle ya yüz yüze görüşücem ya da ''twitter'' hesabımdan görüşücem.
Bir küçük not daha..
Teknolojiyle bağımı yalnızca facebook üzerinden koparmıcam. Yavaş yavaş twitter hesabımıda kapatıcam. Daha sonra -bu yaz sonu,üniversiteye gittiğim zaman muhtemelen- cep telefonunu da hayatımdan çıkarıcam.
Bu kararlar bir kaç günlük kararlar değil, 2 ay gibi bir süredir üzerinde düşündüğüm kararlardır. Umarım kalıcı kararlar olur..

21 Nisan 2011 Perşembe

Hayallerim Var..

I HAVE A DREAM..
Benim bir hayalim var. Martin Luther King, bu sözü 1963 yılında Amerika'daki zencilerin yaşam haklarını savunmak için söylemişti. O gün bugün efsaneleşmiş sözler arasında yerini aldı.
Sadece Amerika'lı zencilerin veya başkalarının hayali yok. Benimde bir hayalim var. Hatta birden çok hayalim var.

Bildiğiniz gibi önümde lisenin bitmesi için 1.5 ay, üniversiteye gitmem içinde kısmetse 4 ayım kaldı. Çok büyük planlarım olmasa da az çok benimde vardır geleceğe yönelik hayallerim. Ama gelecek demişken öyle 2-3 ay sonrası değil, 10-15 sene sonrası içindir hayallerim..

4 ay sonra İstanbul'da olmayı çok istiyorum. Düşünsene bir temmuz sabahı uyandığımda bilgisayar ekranında şu yazıyı gördüğümü '' Eymen Erdoğan-Marmara Üni. Hukuk Fakültesi ''
İşte o zaman dünyalar benim olur. Olmasa ne değişir diyeceksiniz. O zaman muhtemelen Ankara veya yine İstanbul'da bir yerler tercih ederim büyük ihtimal fakat hukuk fakültesi olmaz. Zaten üniversiteyi nerde okursam okuyayım, eninde sonunda İstanbul'da bir hayat yaşamayı düşünüyorum.

Üniversite bitince.. Askerlik bitmez. Askere giderim. Yaklaşık 8 ila 15 ay arası bir zaman orda harcanır zaten. Dönüşte işe girerim, evlenirim, çoluk çocuğa karışırım. Öyle kılıbık birisi olmam ama karımı, çocuklarımı, ailemi severim. Hele birde aşık olduğum kişiyle evlenirsem değmeyin keyfime. Kahvehane erkeği değil, evinin erkeği olurum. Hatta yıllardır hep bunu düşünmüşümdür. Çocuklarımın ismi bile hazırdır kafamda. Eğer ''karımında onayı olursa'' çocuklarıma o ismi koymayı düşünüyorum. Karımında onayı olursa diyorum, dediğim gibi hayat müşterek, bazı kararları birlikte almakta fayda var. Çocuklarımın birini idol alması gerektiğinde başkasını değil babalarını örnek almasını isterim. Kendime bir araba alırım. Bu araba herkes gibi BMW falan değil jip olmalı. Markası hiç farketmez. Spor arabadansa Jip kullanmayı tercih ederim.

Birde bir gün Kız Kulesini tam karşıdan gören banklardan birine oturmak istiyorum. Sabah erken saatlerde oturup, gece geç saatlere kadar kalkmamayı düşünüyorum. Bütün gün Kız Kulesine bakıp bakıp dalmak, yaşadıklarımı, hayatımı düşünmek istiyorum. Saçma gelebilir fakat benim için mantıklı. Saygı duymalısın..

Ve memlekete dönüş.. İlerde mesleğim ne olursa olsun, nerde olursam olayım, bir gün Sapanca'ya dönücem. Ama normal bir dönüş değil. Öğrenci olarak ayrıldığım Sapanca'ma Belediye Başkanı olarak dönmek istiyorum. Bu konudaki görüşüm yıllardır aynı ve değişmez. Adımı belediyenin girişindeki o panoya astırmak istiyorum. Amacım 3-4 nesil sonraki torunlarım bile görsünler beni. Gurur duysunlar..

Hayallerim bu kadar.. Bunlarla mutluyum. Huzurluyum. En azından kendimi avutuyorum..
I HAVE A DREAM..

14 Nisan 2011 Perşembe

Su Gibi Akıp Giden Yılların Hatrına..

1999 Senesi.
17 Ağustos depreminin acısı henüz atlatılmamış. İşte böyle bir senede eğitim hayatıma başladım. İlk sene pek düzenli bir okul hayatım olamamıştı. Malum depremin maddi manevi etkisi kendini hayatın her alanında etkiliyordu. Allah'tan okuma yazma problemini henüz okula başlamadan Mehmet Ali Erbil'in Çarkıfelek isimli programında kendi kendime halletmiştim. Okula başladığım zaman okuyup yazabiliyordum. Belkide bu olumlu gözüken olay benim için çok kötü sonuçlara yol açtı. Çünkü ilkokul hocam, okumayı bildiğim için benim önüme resim kağıdı ve boyalarımı verip bir köşeye göndermiş ve pek ilgilenmemişti. Halbuki elimden tutan bir öğretmen olsa bir dahi olabilirdim belki de :)
İlkokul hayatımda hep bilgi yarışmalarına katılırdım. Başarılı bir öğrenci sayılırdım. Hatta 4. sınıfta hayatımda ilk defa girdiğim Seviye Tespit Sınavında sınıf ve okul 1.liğim ilçe 5.liğim vardır. Hala belgesini saklarım dosyanın içinde.
İlkokuldan mezun olmuştum. Artık bir dönem daha atlamış, ortaokul öğrencisi olmuştum. Alaçam İlköğretim Okulundan Sapanca İlköğretim Okuluna geçiş yapmıştım. Yeni arkadaşlar, yeni öğretmenler..
İyi ki de geçmişim. Çünkü hayatıma her anlamda olumlu etki yaptı. Belki de bir Anadolu Lisesi kazanmamda en büyük etken ortaokulda bu okula geçmiş olmamdır. Ortaokulda bitmişti. Mezuniyet törenleri falan filan. Hepsi akıllarda kalan güzel hatıralar..
Lise..
Belkide 18 senelik hayatımda geçirdiğim en güzel dönemdir. Tam hayalimdeki okul, tam hayalimdeki sınıf, tam hayalimdeki ortam.. Her şey dört dörtlük. Okulum kendi memleketim sınırları içerisinde. Herkes tanıdık. Alışmakta zorluk çekmedim. 9. Sınıfta çocukluğun verdiği etkiyle tipik ergen liseli hareketlerimiz olmuştur illa ki.
10. sınıfta biraz daha büyüdük. Her anlamda. Daha bir çeki düzen verdik kendimize. Ama dersleri fazla boşladık. 11. sınıf , gırgır , şamata derken geldik 12'ye ve gidiyoruz..
En güzel maçlar yaptığımız, en güzel aşkları yaşadığımız, en güzel anılarımızın olduğu, okuldan kaçınca savaş kazanmış komutan edasıyla mutlu olduğumuz bir dönemin sonuna geldik.
Tam 12 senedir hayatıma yön veren bir şey 2 ay sonra hayatımdan çıkıyor. Önlük yok. Geç kaldım derdi yok. Sözlü notu yok...
Üzülüyormuyum derseniz. Evet üzülüyorum. Çünkü dile kolay yıllarca görüştüğün insanlardan ayrılıyorsun. Belki hayatına yeni bir şekil vereceksin ama bu zaman alacak. Keşke hayatım hep şuanda ki gibi kalsa. Kimse çıkmasa hayatımdan. Hep hayat lise yıllarındaki gibi toz pembe olsa..
Ama zor. Çok zor..

7 Nisan 2011 Perşembe

Doğum Günüm Kutlu Olsun, İyi ki Doğdum..

7 Nisan 1993..

Sakarya'nın merkezinde Ada Tıp isimli hastahane. O gün doğan çocukların sayısı 7. 7 çocuğun 6'sı kız 1'i erkek. İşte o erkek olan benim. Bugün doğdum. Ve galiba iyi ki de doğdum.

7 Nisan 2011..

Bu tarih belki de 18 senenin içerisinde en mutlu olduğum tarihtir. Neden derseniz bunun çeşitli sebebi var. Biliyormusunuz ben bugün ilk defa arkadaşlarımla doğum günü kutladım. Daha önce aile içinde kutlamaları saymazsak hayatımda ilk defa bir pastanın mumunu üfledim. Dilek tuttum. Hatta canım dediğim kardeşim 'Erva' dışında ilk defa birilerinden hediye aldım. Bu duyguyu ilk defa tadıyorum. İnanılmaz güzel bir duygu. Facebook adı verilen paylaşım sitesinde de kutlayanların haddi var hesabı yok. Şu an itibariyle (Saat: 15.45) tam 151 kişi kutladı. Eğer bunlara okulda kutlayanları ve mesaj çekenleride eklersem toplam 180'i bulur. Önce gecenin bir saatinde önce Eliz kutladı. Eliz'le öyle bir tesadüf ki ikimizde 7 Nisan 1993 saat 13.00 sıralarında doğmuşuz. Yani eğer hastahanelerimiz ve şehirlerimiz aynı olsa aynı Aşk Tesadüfleri Sever filmindeki gibi. Sonra tam içim geçmiş uyurken abim aradı. 18 sene önceyi hatırlattı. Sonra Cansu. Sonra bir çok kişi..
Bugün biraz da yaşadığım kutlamalar benim için sürpriz oldu. Önce okuldakiler pasta almışlar. Haberim yoktu. Bir önceki gün kitapçıda beğenip almak istediğim kitabı Yasemin bana aldırmamıştı. Meğer Yasemin ve Çiğdem o kitabı hediye edeceklermiş bana. Onları seviyorum.


Daha sonra Erva-Aslı-Dilara-Cemre 4'lüsü geldi karşıma. Sınıfa geldiklerinde özür falan diliyorlardı. Unuttuk tarzında birşeyler. Fakat çok geçmeden anlaşıldı ki onlarda bana ayrı bir sürpriz hazırlamışlar. Labarotuvar'da. Aslı-Cemre-Dilara, 3'ü bana 'şeytan kulağı' almışlar. Hakaret değildir umarım :) Zaten yılbaşında da kelebek seti hediye etmişti Cemil hocam, bu hediyeler çok garip bir yere gidiyor ama hayırlısı. O 3'lüyü çok seviyor ve çok teşekkür ediyorum. Daha sonra Erva geldi hediyesini verdi. Herhalde Erva'nın benim için önemini anlatmama gerek yoktur. Hayatımda en değer verdiğim kişilerin başında gelir. Bana hediye olarak Karabük Spor forması hediye etti. Güya Mayıs ayında gidecekti Karabük'e. O'nu çok seviyorum.
En son olarak okuldaki arkadaşlar Kırkpınar'a Fitos Cafe'ye gitmeyi teklif ettiler. Hep beraber Kırkpınar'a gittik o cafeye. Oturduk, eğlendik..

Bana böylesine güzel bir günü yaşatan, 18 yaşıma girdiğimi hatırlatan, beni duygulandıran, sevindiren; 

Yasemin, Ensar, Çiğdem, Erva, Aslı, Cemre, Dilara, Sinem, Cansu, Lokman, Harun, Oğuzhan, Berna, Neslihan, Selman, Merve, Onur, Cemil hoca, Aydın hoca, Zümrüt hoca, Mehmet Nuri hocam, Semra hoca, İrem, Cihan... ve daha ismini hatırlayamadığım bir çok arkadaşıma çok teşekkür ediyorum. Belkide bugün hayatımın en anlamlı gününü yaşadım.
İyi ki varsınız.. İyi ki yanımdasınız..

29 Mart 2011 Salı

Kestane-Gürgen-Palamut ! Sapanca'da Yol Ortasında Bir Ağaç !

Küçük yaşlardan beri, ilkokul sıralarında bize bir şarkı öğretmişlerdi. 'Kestane-Gürgen-Palamut' Sonu 'Orman Ne güzel Ne Güzel' diye bitiyordu. Bu şarkının öğretilmesindeki amaç sanırım ağaç sevgisinin öğretilmesiydi.
Asla ağaca, ormana, yeşilliğe karşı değilim. Tam aksine Sapanca gibi yeşil cennette yaşadığım için kendimi şanslı hissediyorum. Yeşilliğin faydaları hem doğaya hemde insan vücuduna katkısı şüphesizdir.
Fakat son zamanlarda bu konuda bir şeyden sıkıntılıyım. Eğer Sapanca'da Köprübaşı adı verilen mevkiden geçtiyseniz görmüşsünüzdür. Son zamanlarda orada bir yol çalışması vardı. Sapanca'nın İstanbul yönünden girişini genişletiyorlardı. Haklılardı da çünkü yol oldukça dardı. Buraya kadar hiç bir sıkıntı veya sorun yok. Asıl mesele burda başlıyor. Önce yolun kenarına uzun uzun çam ağaçları dikildi. Her ne kadar bu ağaçların Kırkpınar'dan izinsiz sökülüp getirildiği tartışılsa da o ağaçlar yol kenarında olduğu için Sapanca'ma çok güzel yakıştı. Fakat en son dikilecek ağacı tutmuşlar yolun tam ortasına dikmişler! Evet evet yanlış okumadınız. Yolun tam ortası diyorum ! Asfaltı kırmışlar ve tam yolun ortasına ağacı dikmişler !? Bunun bir mantığı olabilir mi ? Ben kavrayamadım ? İlla o ağacın oradan sökülmesi için orda kaza olup birilerinin canı yanması mı isteniyor ? Bana kalırsa o ağacın orada olması gayet mantıksız ve saçma. Bana kalırsa o ağacın derhal ordan kaldırılması ve olası kazaların önlenmesi gerekli. Yoksa o ağaç orda dururken çok kişinin canı yanacağına, çok kişinin o ağaca çarparak kaza yapacağına benziyor..
Yine de söz bizi yönetenlerin, vicdan da bizi yönetenlerin.. Olurda kötü bir şey olursa benden günah gitti demektir..

27 Mart 2011 Pazar

ÖSYM ! Bir Sınavın Daha Sonuna Geldik..

YGS..
Geleceğin Başbakanını, Cumhurbaşkanını, mühendisini, doktorunu ve benzeri meslek sahiplerini en önemlisi de herkesin kendi hayatını belirleyeceği sınav..
Yaklaşık 10 ayı sıkı sıkı olmak üzere 4 senedir hazırlandığımız ve beklediğimiz bir sınavdı bugün girdiğimiz sınav. Artık sözün bittiği yer derler ya aynen öyle bir durumdaydık hemde. Sadece ben değil. Sınava giren 1.7 milyon kişi.
Keşke demenin bir anlamı yok artık. Girdik, çözebildiklerimizi çözdük ve çıktık. Elbette bu kadar basit değildi her şey fakat herkes elinden geleni yapmıştır buna eminim.
Ben kendi açıma memnunum sınavımdan. Aşağı yukarı beklediğim bir sonuç gelecektir. Fakat çevremdekilerden aldığım duyumlara göre çoğu kişi sınavından memnun değil. Yanlış anlaşılmasın benimde sınavım süper denecek seviyede geçmedi fakat kötü diyemem.
Önce kitapçıktan bahsetmek istiyorum. Kitapçık o kadar kalındı ki kazayla birisinin kafasına vursan etki-tepki kanunu devreye girer, bir tokat yersiniz. Sanarsın ansiklopedi !? O kadar kalındı yani..
Sorulara gelince..
Türkçe soruları belki de bu sene girdiğim, çözdüğüm en basit sorulardı. Tamamına yakın anlam soruları vardı. Ve hepsi birbirinden basitti. Sadece paragraflar biraz uzundu ve zaman kaybettiriyordu.
Sosyal Bilgiler soruları, içlerinde kolay olanları da vardı fakat zor olanlarıda. Zor olanlar tamamen bilgiydi ve yorum yapılamayacak cinstendi.
Matematik ! Lanet olsun bu derse ! Türkçe ne kadar kolaysa matematikte en azından 2 katı zor diyebilirim. Sene başından bu yana çözdüklerimle alakası yok.
Fen Bilimleri.. Aslında bütün hocalarım çözme demişti fakat matematikte umduğumu bulamayınca bir bakayım hele belki vardır basit sorular dedim ve tam 7 Fen çözdüm. 6sından eminim. Bu da hiç değilse bir açığımı kapatır..

Sınavının kötü geçtiğini düşünen arkadaşlara sesleniyorum : Üzülmeyin.. İnanın sadece sizin için kötü bir sınav değildi. Bütün herkes çuvalladı. Ve sıralamanız fazla değişmeyecektir. Şimdi tam gaz LYS'ye hazırlanın.. Zaten önemli olanda LYS değil miydi ?

25 Mart 2011 Cuma

Cartel..

1995..
Türk müzik dünyasına rap müziğin girdiği tarih. Adeta bir milat sayılabilecek bir yıl. Almanya'da yaşamlarını sürdüren 7 genç [artık hepsi birer yetişkin] Türkiye'ye dönüp müzik yapmaya karar vermişler.. Müzik türleri de Rap.. Adımız ne olsun diye düşünürken birden akıllara 'Cartel' gelmiş. Anlamıda onlara uygun. Herhangi bir amaç için bir araya gelmiş insan topluluğu.
Ve müzik dünyası onları bekler..
İlk şarkıları kendi isimleriyle aynı. 'Cartel'
Şarkı sözlerinin bir kısmını yazıyorum devamını siz getirirsiniz.

Cartel bir numara en büyük
Cehennemden çıkan çılgın türk
25 yaşında yüzbinlik araba
Nerden geldi bu para en iyisi sorma..

İşte bu şarkı ortaya çıktığı zamanlarda ortalığı kasıp kavurdu. Milyonlarca kişi tarafından dinlendi fakat Cartel grubu hızlı girdikleri müzik dünyasından çabuk ayrıldılar. Bu patlamanın devamını getirmediler. Grup dağıldı ve her biri kendi işlerine yöneldiler. Mesela Erci-E yine müzikten kopamadı fakat Alper Ağa kimya mühendisi oldu. Ve daha bir çok mesleğe yöneldiler..
Gel gelelim ilk ortaya çıkışlarından 16 sene sonrasına. Yıl olmuş 2011. Bir haber duydum. Cartel tekrar birleşmiş ve albüm çıkarmışlar. Çok mutlu oldum. Yıllardır tek şarkısını dinlediğim Cartel'in artık albümünü alabilecektim. 'Bir Oluruz' albümü.. Çıkış şarkılarını dinledim. Hiçte fena değil. Gerçi gruptan bir kaç kopma olmuş fakat Cartel hala eski tadındaki Cartel.
Tek sorun : Cartel'in yeni albümünü bulamıyorum. Bulduğum ilk yerde alıcam. Ve tek temennim inşallah bir daha ortadan kaybolmazlar..

Cartel tekrar bir arada
Efsane geri döndü vay canına
Girdi kanına çabalama boşuna
Kaç kere söyledik biz çocuk sana
Cartel kardeş beş insan  [Bir Oluruz albümünün çıkış parçasından kısa bir bölüm]

24 Mart 2011 Perşembe

İstanbul'a Giden Yolda Atılacak İlk Adım..

Evet..
Bu seneyi bir maç gibi düşünürsek maçın ilk devresinin sona ermesine artık saatler kaldı.. Yaklaşık 48 saat sonra.. Zorlu bir seneydi. Yorucuydu, sıkıcıydı, bunaltıcıydı vs.. Ama yine de zevkliydi. Eğlenmesini bilene tabi. Çok şükür ben hem eğlendim hemde çalıştım. Bu güne gelene kadar defalarca yol ayrımında kaldım. Netlerim 1 net bile düşse moralim bozulur, ümidi kesmeye başlardım. Ama gel gelelim sene başındaki netlerimle şimdikiler arasında adeta uçurum var..
İstanbul ? Ankara ?
Artık netlerde yüksek gelmeye başlayınca doğal olarak insan şehir seçmeye başlıyor. Acaba hangi şehirde okusam ? Açıkçası benim gönlümden fakülte olarak Siyasal Bilgiler Fakültesi geçiyor fakat İstanbul'dan da bir türlü vazgeçemiyorum. Bir şarkı sözünde olduğu gibi ' İçimde bir İstanbul var, ondan vazgeçemiyorum'
Eğer ki üniversite ve şehir tereddütünden bir kurtulsam önümdeki hayatımın 10 senelik planı hazır bile. Fakat bunu üniversite sonuçları açıklandığında açıklayacağım.
Son günlerim bir otelde geçti. 10 gün boyunca kamp gibi bir şeydi. Hem eğlenceli hemde eğitici bir kamptı. Mutluydum. Hatta o kadar rahattım ki evime döndüğüm ilk akşam ne ev ortamına ne de yatağıma alışabildim. Oteli özledim resmen.
Pazar sabahı artık ümidimi dua'ya ve uğurlarıma bırakıcam kendimi. Mesela Aslı bana o sabah bol şans dileyecek -Aslı sene başından beri ne zaman şans dilese bütün sınavlarım güzel geçmiştir- , Erva o sabah telefonla arayacak, Dilara'yla sınavdan önce görüşücez. Ve bu akşam görüşmüştüm, Amerika'dan Hüma adında bir arkadaşımda -eğer unutmazda hatırlarsa- benim için dua edecek.
Bu yazıyı okuyan okuyucularım, pazar sabahı umarım her şey güzel olur.. Manevi desteğinizi esirgemeyin..

7 Mart 2011 Pazartesi

Bir Teşekkür Borcum Var..

Değerli okuyucularım, bilenler zaten biliyorlardır fakat ben yinede söyleyeyim. Sapanca ilçesinde haftalık yayın yapan Yeni Ses gazetesinde köşe yazarlığı yapıyorum. Her hafta 9. sayfadaki Edebiyat Köşesini ben çıkarıyorum. Köşe yazarlığına başlama serüvenim kısa sürede gerçekleşti. Kırkpınar'da bir cafede çalışırken müşterilerden sevdiğim bir tiyatrocu abim vesile oldu bu köşe yazarlığı işine. Ondan rica ettim gazeteyle konuşması için ve de o da beni kırmayıp konuştu. Sonuç olarak 2010 yılının Ağustos ayının başından beri her hafta gazetede yazıyorum..
Bu köşem sayesinde Sapanca'da büyük çapta bir üne kavuştum. Sağolsunlar beni takip ediyor değerli Sapanca halkı. Bu konuda Sapanca'lılara büyük teşekkür borçluyum..
Gazetede yazmak nasıl bir duygu diye soranlar oluyor ara sıra. Gazetede yazmak çok değişik bir duygu. Sonuçta bu gazetenin yaklaşık 8-9 bin civarında bir okuyucu kitlesi var ve sizin kasabadaki tanıtımınızı yapıyor. Yolda çevirenlerin sizi takip ettiğini duymak, bilmek çok güzel şey.
Gazeteyi çıkaran idarecileride seviyorum. Hepsi altın gibi insanlar. Gazete idaresiylede uyum içinde çalışmak insana ayrı bir huzur veriyor.
Aylardır gazete köşemi takip eden okuyucularıma tekrar çok teşekkür ederim. O köşe sizler sayesinde vardır ve var olacaktır..

1 Mart 2011 Salı

BÖYLE OLUR SEVİLEN BİR İNSANI UĞURLAMAK..

Necmettin Erbakan..
Belki Erbakan'la siyasi görüşüm ortak değildi fakat yinede saygı duyardım zekasına ve siyasi seviyesine. O her zaman için her kesimden sevilen sayılan bir insan olduğuna inanırım. Ayrıca Erbakan Türkiye'nin yetiştirdiği en zeki insanlardan biridir. İsmet İnönü bir konuşmasında Erbakan için şu cümleyi kullanmıştır : ''Türkiye, şimdiye kadar bir tane adam yetiştirdi, o da dinci çıktı.''
Erbakan, eğitim hayatı boyunca sayısız başarılara ulaşmış bir kişidir. İstanbul Erkek Lisesi'nde 1.likle mezun olmuştur. Devlet tarafından üniversiteye sınavsız geçiş hakkı tanınmış fakat o bu şansı reddederek sınava girmiştir. İTÜ'de makina mühendisliği okumayı tercih eden Erbakan, bu fakülteyide 1.likle tamamlamıştır. Hatta öyle bir başarı sağlamıştır ki onca yıldan beri İTÜ'yü onun gibi dereceyle bitiren bir insan evladı daha çıkamamıştır.
Alman tanklarının motorlarını üreten kişidir Erbakan. Öldüğü güne kadar her ay Alman devletinden maaş alırmış.
Biz onu belki hep şu sözüyle hatırlayacağız ''Hadi ordan..''
Hatalarıda olmuştur Erbakan'ın. Sonuçta o da bir insandır. Mesela 1997 yılında iktidara geldiğinde Türkiye'yi bir rejim korkusu sarmıştır. Konya'da yapılan mitingler, D8 kurma çabaları vs.. Sincan'dan tankların yürütülüp darbe ayak seslerinin duyulmasına sebepte olmuştur aynı zamanda Erbakan.
Kendi yetiştirdiği öğrencileri onu yarı yolda bırakmışlardır. Erbakan iktidardayken yanında olanlar, Erbakan iktidardan düşünce sırt çevirip, kendi yollarına ayrılmışlardır. Kırgındır onlara Erbakan ve kırgın olarakta ölmüştür..
Kabul ediyorum, Erbakan'la belki miting alanında karşılaşma imkanımız olsaydı görüşlerimiz tamamen zıt olacaktı fakat ben yinede saygı duyuyorum kişiliğine, zekasına, saygısına..
Ruhu Şad Olsun..
Allah mekanını cennet eylesin..
Tüm Türkiye'nin başı sağolsun..

28 Şubat 2011 Pazartesi

SOR BANA PİŞMANMIYIM?

Mutluydum.. Onun yüzündeki bir tutam tebessüm için bal arısı misali durmadan çabalamaya razıydım. Söz vermiştim kendime ne olursa olsun kaderim bu demiştim. Sevsin-sevmesin hiç önemli değil ben onu seviyorum o bana yeter demiştim. Hiç bitmeyecek sanmıştım ve sonunu düşünmeden atılmıştım ateşler içindeki sevdanın ortasına. Yorulursun, sıkılırsın demişlerdi. Tek bir an sıkılmadım. Durmadım, yürüdüm. Sonunu bilmediğim bir sevdanın peşinde yürüdüm..
Sırf onun yüzündeki tebessüm kaybolmasın diye saçmalamaya razıydım. Ya komiklik olsun diye yaptığım şebeklikler? Bini bin para !
Gitmez sanmıştım, bitmez sanmıştım.. Önce gitti ama bitmedi.. Yüreğimdeki yangın hala sönmedi. Kalbimin içinde bir isim saklı. Sanarsın Karun hazinesi! O kadar değerli işte anla halimi.
Hiç bir sebep yokken, durduk yere gitti. Gidişinin ardından tek kelime bile edemedim. Sadece seyrettim. Gitmişti. Artık benim değildi zaten hiçte olmamıştı. Bağırmaya çabaladım, koşmaya çabaladım. O bitmek bilmeyen gücüm bir anda son bulmuştu. Yapamıyordum. Eğer zorlarsam onu kaybetmek bir yana üzecektimde. Ama o gitmiş olmasına rağmen gittiği yerde mutlu olsun istiyordum. Bunu istiyordum ama bir türlü emin olamıyordum. Çünkü güvenemiyordum gittiği yere. Halbuki nereye gittiğini bile doğru düzgün bilmiyordum. Sadece inandıramıyordum kendimi beni terkedişine..

Şimdi aradan uzuuuun yıllar geçti. Soruyorlar bana 'Pişmanmısın' diye ? Hiç insan sevdiği bir şey yüzünden pişman olur mu? Elbette değilim. Yine olsa yine severim, yine koşarım peşinden. Sonunun değişmeyeceğini bilsem bile aynı aşkla tutkuyla giderim peşinden. Ama bir şey hariç ; Onu bir daha sevme hakkım olsaydı eğer, ona haber vermezdim.. Onu gizliden gizliye, içimde severdim.

Yani arkadaşlar kısaca, işin özü sevmek değil ; yürekten sevmektir..

27 Şubat 2011 Pazar

LİSEYE VEDA ZAMANI..

Değerli okuyucularım, zaman akıp gidiyor bir nehir misali. Bu akıntıya karşı koymak elimizde. Ama nasıl ? Yaşım belki henüz nasihat verecek kadar büyük değil fakat az da olsa benimde belli başlı yaşadıklarım, görmüş geçirmişliğim var. Hepimizin illa ki vardır 'iyi ki'leri ve 'keşke'leri. Hepimiz yaptıklarımız yüzünden sorgulamışızdır kendimizi..
Benim yaşımdaki kaç kişi ilkokul veya orta okul arkadaşlarıyla görüşüyor ? Veya benden yaşça büyük olanlardan kaçı lise arkadaşlarıyla görüşüyor ? Şimdilerde moda olmuş durumda veda zamanlarında 'ayrılmayacağız, hep görüşeceğiz' yalanları .. İyi de kardeşim ne zamana kadar ? Hadi üniversitede de görüştün ya evlenip barklanınca ?
İlla ki bir gün ayrılacaksınız sevdiklerinizden. Bu belki aylar sürer belkide yıllar ama o gün bir gün gelecek.
Yolun sonu moralleri bozacak olabilir. Belki çok ağlayacaksınız belkide güleceksiniz. Ama yinede o yalanı söyleyeceksiniz 'Hiç ayrılmayacağız!'
Şimdi bu yazıyı okuyanlar bunu neden yazdın diye sorabilir. Bunu yazma sebebim yaklaşık 3 ay sonra mezuniyet törenim olacak olması. 4 Sene beraber yaşadığım, ailemden çok görüştüğüm, artık kardeşimden ayrı yere koymadığım insanlarla veda zamanı..
Bazen diyorum ki 'İyi ki' OKS tercihlerim sırasında bu liseyi yazmışım. Bazende diyorum ki 'keşke' aynı dönemdeki arkadaşlarımla tekrar başa dönsekte yine liseyi okusak.. Ama veda zamanı Sapanca Anadolu Lisesi.. Başa dönsek daha mı çok ders çalışırdım diyorum kendi kendime. Sonra cevabım hep aynı oluyor. 'Tabiki de hayır.'
Ah lise yılları.. Adına şiirler yazılan, şarkılar bestelenen, en güzel sözlerin söylendiği, başımızda kavak yellerinin estiği yıllar.. Ne kadarda önemserdik kendimizi daha 9. sınıfken bile.. Sanardık ki koca Dünya bizim eksenimizde dönüyor.. İnsan sonra sonra anlıyor böyle bir şey olmadığını. İlk aşklar, ilk heyecanlar.. İlk'lerin dönemidir lise.
Edebiyat öğretmenimin bir gün bir söz söylemişti hiç unutmam : 'Bu okulda siz geçicisiniz, biz kalıcı'
Belki bizde geldik geçiyoruz ama sen hep kal Sapanca Anadolu.. Hep kal, hep onurlu ve gururlu bireyler yetiştir..

GEÇMİŞE MAZİ..

Değerli okuyucularım, yaşımız kaç olursa olsun hepimiz bir zamanlar çocuk olduk. Belki bazılarınız benim gibi hala genç yaşta, bazılarınız ise artık deyim yerindeyse çoluğa çocuğa karışmış yaştasınız. Fakat kim olursak olalım hepimiz çocukluk dönemi geçirdik. Bu sitedeki ilk yazımda kendi çocukluğumda oynadığım ve hala özlemle andığım oyunlardan bahsetmek istiyorum..
Tik Tak : Ah bu oyun! Az mı marangoz gezdirdi biz çocuklara. Marangoz yetmezmiş gibi birde nalburcu dolaşmıştık sırf bu oyunu oynamak için. 50x60'lık düz bir tahta zeminin üzerine 25-30 tane çivinin çakılması, ardından o çivilerin arasına bir adet bozuk para koyulması ve bir tek parmak hareketi ile sıra sıra o paraya vurulması. Küçükken ne kadar da zevkli gelirdi bu oyun. Tik Tak tahtası olan mahallede büyük itibar görürdü. He birde hakkını yemeyelim 9 kat topu olanda itibar görürdü :) Sırayla Tik Tak tahtasının üzerinde oyunlar oynanırdı, hile yapıldığı anlaşıldığı zaman küçük bedenlerimizle büyük kavgalara tutuşurduk. Ama biz bu oyunu oynarken o kadar mutluyduk ki bu kavgalar en fazla 10 dakika sürerdi. 10 dakika sonra herkes tahtanın başına geri dönerdi..
Eski Minder : Eski Minder!? Bu oyunla ilk tanışmam eskiden oturduğumuz apartmanın komşu çocukları sayesinde olmuştu. Bir çocuk ortaya gelir ve yere çömelerek yüzünü kapatır. Diğer çocuklar ise onun etrafında dönerek 'Eski mindeeer yüzünüü gösteeer, göstermezsen bir pooooz ver' deyip çocukların aklına gelebileceği doktorluk,mankenlik vs. gibi meslekleri söylerdi. Hey gidi günler hey. Kim bilir bu nakaratı kimler kimler söylemiştirde pek çoğu bu söylediklerini gerçekleştirememiştir.
Saklambaç : İşte önceki saydıklarımı oynamamış olabilirsiniz anlarım fakat saklambaç'ı oynamayan insan yoktur herhalde. 100'e kadar saymalar sonra saklanan arkadaşları dakikalarca aramalar... Hiç unutmam bir keresinde dükkanımızın yakınında bulunan caminin avlusunda oynamıştık bu güzel oyunu. Saklanacak yer bulamamıştım ve az zamanım kalmıştı. En son çare olarak caminin minaresine girmiştim bir arkadaşımla beraber. Minarenin içi kalabalıktı ve çok korkmuştum. Bir dahada asla o minareye giremedim. :)
Ayşe Teyzecilik : Eve gelen misafir çocukları eğer sevilmediyse yanmışlardır. Akıllara gelen her kötülük yapılır onlara. Bizim köyümüzde ise bir oyun vardır: Ayşe Teyzecilik ! Eve yeni gelen çocuğun bu oyundan haberi yoktur. Oyun oynama manasıyla arka odaya götürülür. Çocuk odaya girmeden önce ev halkından başka biri masanın altına girer ve görünmeyecek şekilde saklanır. Çocuk otururken çocuğun yanındakilerden birisi seslenir : Ayşe Teyze hadi gel.. Masanın altına saklanan çocuk ise masayı tıklatır. Misafir çocuk ise korkar. Oyun böyle bir oyundu işte..

Öyle düşünüyorum ki bazılarınız bu oyunları oynadı yada oynamadı. Fakat bir gün vaktiniz olurda çocukluğunuza dönüş yapmak isterseniz bu oyunları mutlaka oynamalısınız..
Vaktinizi ayırdığınız için teşekkürler..